Uzun zaman olmuş… Koşturmaktan neredeyse bir yıl yazmamışım. İnzivaya ihtiyacım varken yine koşturdum. Arada bir beynimle kavga ediyoruz, çekip gidiyor çok yorulduğunu bahane edip. Ben zorladıkça o daha çok kaçıyor.
Tam şu an deprem oldu, beyin yorgunluğundan bahsederken deprem olunca Ahmet KAYA’nın şarkısı geldi aklıma. “Depremler oluyor beynimde. Dışarıda siren sesi var. Her yanımda susmuş insanlar, susmuş. İçimde ölen biri var.”
Ben de deprem beynimde sandım ama bu sefer değilmiş. Arada oluyor ama bu gerçekti. Her neyse… Yazmadığımdan bu yana çok şey değişti. İşler kötüye gitti mesela. İstanbulu terk ettim mesela. He bu arada yine işin bokunu çıkarıp üç üniversiteye birden kaydoldum. Beynim kaçtıkça zorluyorum. Yarım kalan hayatım gibi işlerin de yarım kalmasını istemediğimden….
Belki yalnızlığıma çözüm arıyorumdur. Gripin yalan söylüyor. Yalnızlığın çaresi yok. Ne yaparsam olmuyor. Bu dünyada iyi olmak işe yaramıyor. Yalnızlığın 10 evresi olduğu söylenir. Sanırım 10. evredeyim.
Çoktan kaybedilmişim. Bu evrede kafanızı meşgul etmek için, yalnızlığı hissetmemek için herşeye atlarsınız. Şu an tam olarak böyle. Bir gün hiç bir şeye yetmiyor. Kendimi işe veriyorum, işin içinden çıkamıyorum. Gezeyim diyorum, bir yere varınca tekrar yalnız olduğumu fark ediyorum. Film izliyorum, kimseyle tartışamıyorum.
Çıkarcı arkadaşlıkları yürütemediğimden arkadaşım da yok. Zaten vaktim de yok. Bazen diyorum kendime; “Bırak artık. Vazgeç aramaktan. Sen yalnızsın, yapayalnız. Yalnız öleceksin.” Kabulleniyorum sanırım. Ben yapayalnız biriyim, etrafımda yüzlerce insanla…
Yoksa yalnızlığın çaresi bu mu? Kabullenmek. Bilmiyorum. Bu pek bir şeyi çözmüyor ama başka çarem de yok sanırım. Elimde sadece yalnızlığım kaldığı için belki de tamamen kabullenip onu da kaybetmek istemiyorumdur. Bilmiyorum…